Doğum kontrol hapları, gebeliği önleyici yöntemler arasında yer alırken, olası riskleri üzerine yapılan araştırmalar devam ediyor.
Uzun yıllardır bu ilaçların kanserle bağlantısı araştırılmakta. Bilimsel çalışmalar, bu konuda bazı önemli bulgular sunmaktadır.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, doğum kontrol haplarının kanserle ilişkisine dair dikkat çeken veriler paylaştı:
Prof. Dr. Bülent Tıraş
Hangi durumlarda kullanılmamalıdır?
Doğum kontrol hapları, hamilelik şüphesi olan kadınlar tarafından kullanılmamalıdır. Ayrıca, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde olan, 35 yaş üstü ve sigara içen bireyler, meme kanseri, diyabet, hipertansiyon, karaciğer hastalıkları, kalp damar hastalıkları, inme öyküsü bulunan kişiler ve migren hastaları için de bu ilaçların kullanımı önerilmemektedir.
Türk Kanser Derneği’nin açıklamaları
Türk Kanser Derneği, ‘Meme Kanseri Farkındalık Ayı’ kapsamında yaptığı açıklamada, kanserin nedenleri arasında doğum kontrol haplarının da yer aldığını belirtti.
Açıklamada meme kanserinin risk faktörleri iki ana grupta incelenmektedir:
Değiştirilemeyen riskler: Genetik faktörler, yaş, ailede meme kanseri öyküsü, bazı iyi huylu meme hastalıkları, ilk adet yaşı ve menopoz yaşı.
Değiştirilebilen riskler: İlk doğum yaşı, emzirme süresi, doğum kontrol hapı kullanımı, menopoz sonrası hormon tedavisi, beslenme alışkanlıkları, alkol ve tütün kullanımı.
FIGO’dan önemli bir değerlendirme
FIGO (Uluslararası Jinekoloji ve Obstetrik Federasyonu) tarafından Güney Afrika’da gerçekleştirilen toplantıda, doğum kontrol hapları ile kanser arasındaki ilişki ele alındı. Bu hapların bazı kanser türlerinin gelişiminde etkili olabileceğine dair bilimsel veriler sunuldu.
Bu arada, Avrupa ve Türkiye’de doğurganlık oranlarının azaldığına dikkat çekildi. FIGO, bu düşüşte doğum kontrol haplarının da etkili olduğunu vurguladı.
Jinekolojik hastalıklarda dikkat gerektirir
Doğum kontrol hapları, yumurtalık kistleri, endometriozis, ağrılı adet ve dış gebelik gibi jinekolojik sorunların tedavisinde kullanılabilmektedir.
Bu tür sağlık sorunları yaşayan ve doğum kontrol hapı ya da hormon tedavisi alması gereken hastaların, özellikle risk grubundaki kişilerin bir meme cerrahı tarafından düzenli olarak izlenmesi önerilmektedir. Hormon tedavisi öncesinde memelerin durumunun değerlendirilmesi, olumsuz etkilenme ihtimaline karşı önemlidir.
Anne veya teyze gibi yakın akrabalarında meme kanseri öyküsü bulunan kadınların da doktorlarına danışmaları faydalı olacaktır.
İLAÇLAR
Meme dokusuna etkisi
Ağızdan alınan doğum kontrol hapları, östrojen ve progesterona duyarlı meme dokusunu etkileyerek, adet döngüsünde hamile kalma hazırlığına benzer bir durum yaratır. Bu durum, meme epitelinin artışına ve salgı formuna geçişine neden olabilir. Sonuç olarak, bu etki meme kitlelerinin ve kistlerinin büyümesine yol açabilir.
Uzun süreli kullanımda, bu uyarım meme hücrelerinde anormal çoğalmaya katkıda bulunabilir. Çünkü meme dokusu bu hormonlara duyarlıdır ve meme hücreleri östrojen ve progesteron için reseptörler taşır. Meme kanserlerinin %80’i bu hormonların pozitif reseptörlerini taşımaktadır.
Risk düzeyi nedir?
Doğum kontrol haplarının doğrudan kanser yapıcı bir etkisi söz konusu değildir. Ancak uluslararası geniş çaplı KOHORT çalışmaları, bu ilaçları kullanan kadınlarda meme kanseri riskinde hafif bir artış gözlemlendiğini ortaya koymuştur.
Uzun süreli doğum kontrol hapı kullanımı, pıhtı oluşum riskini artırabilir. Pıhtı oluşumu ise kalp krizi, inme ve akciğer embolisi gibi ciddi sağlık sorunlarıyla sonuçlanabilir. Nadir de olsa hipertansiyon ve safra kesesi problemlerini tetikleyebilir.
Hapların çalışma prensibi
Doğum kontrol hapları, östrojen ve progesteron hormonlarının sentetik formlarını içermektedir. Bu hormonlar, yumurtlamayı baskılar, rahim iç zarını inceltir ve servikal mukusu kalınlaştırarak gebeliği önler.
Kullanım sonrasında risk azalıyor mu?
Araştırmalar, doğum kontrol hapı kullanımının her yıl meme kanseri riskini artırabileceğini göstermektedir. Bazı çalışmalar, kullanımdan yaklaşık 10 yıl sonra riskin normal seviyelere döndüğünü ortaya koyarken, diğer araştırmalarda bu riskin azalmadığı belirtilmektedir.




