Koç Üniversitesi ve TÜSİAD iş birliğiyle düzenlenen “2026’ya Girerken Türkiye Ekonomisi” seminerinde, enflasyonla mücadelenin yalnızca para politikalarıyla sürdürülemeyeceği vurgulandı. Toplantıda, siyasi atmosfer, kurumsal yapı ve mikroekonomik sorunlar ele alınmadan uygulanan dezenflasyon programının kalıcı ve toplumu ikna edici sonuçlar üretmesinin zorluğu dile getirildi.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, dezenflasyon hızının yavaşladığını ve bu eğilimin önümüzdeki dönemde de devam edeceğini belirtti. Para politikasıyla sağlanabilecek kazanımların sınırlarına yaklaşıldığına dikkat çeken Turan, mali politikaların dezenflasyona daha güçlü bir destek sağlaması gerektiğini vurguladı. Son iki yılda sanayinin yalnızca yüzde 2 büyüdüğünü ifade eden Turan, enflasyonla mücadelenin ekonomik yavaşlama maliyeti yarattığını belirtti. 2000’li yılların başındaki yapısal reformlarla desteklenen süreçte hem düşük enflasyon hem de güçlü sanayi büyümesinin mümkün olduğunu, ancak günümüzde bu reform zemininden uzaklaşıldığını aktardı.
‘SİYASİ ATMOSFER YUMUŞATILMALI’
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Selva Demiralp, 2026 sonu için enflasyonun yüzde 23 civarında olabileceğini, politika faizinin yüzde 28, büyümenin ise hizmetler sektörü ağırlıklı yüzde 4 seviyesinde gerçekleşebileceğini öngördü. Faiz indirimlerinin artmasıyla döviz ve altına yönelimin güçlendiğini belirten Demiralp, dolarizasyon riskinin para politikası açısından önemli bir kısıt olduğunu ifade etti. Enflasyonla mücadelenin önündeki temel sorunlardan birinin siyasi gelişmeler ve toplumsal kutuplaşmanın hanehalkı beklentilerini kalıcı biçimde yüksek tutması olduğunu belirten Demiralp, beklentileri düşürmenin en düşük maliyetli yol olduğuna dikkat çekerek, bunun için siyasi atmosferin sakinleşmesi ve kapsayıcı bir çerçeve oluşturulması gerektiğini vurguladı.
Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi Özge Öner, ücretlilerin yaklaşık yüzde 80’inin asgari ücretin iki katının altında gelir elde ettiğini, bu kesimin gıda, eğitim ve barınma enflasyonunun resmi göstergelerin üzerinde seyrettiğini aktardı. Hanehalkı beklentilerinin kötümserlikten değil, gündelik deneyimlerden kaynaklandığını belirten Öner, bu durumun dezenflasyon sürecinin toplumda güçlü bir karşılık bulmamasına yol açtığını ifade etti. Son dönemde dezenflasyon hedefinden rezerv birikimine doğru bir öncelik kayması yaşandığını savunan Öner, ekonomi yönetiminde net bir hedef ve takvim eksikliğine dikkat çekti.
‘REZERV ARTIŞI BAŞARI DEĞİL’
TÜSİAD Baş Ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç, sorunun, para politikasının talep üzerinden hızlı sonuç üreteceği varsayımına dayanan ve maliye ile sanayi politikası ve kurumsal eşgüdümle desteklenmeyen bir programın sınırlarına gelinmiş olmasından kaynaklandığını belirtti. Enflasyonu besleyen geçmiş politikalara dikkat çeken Altınsaç, Kredi Garanti Fonu uygulamaları, kur korumalı mevduat, EYT ve düşük faizli kredi politikalarının büyük bir servet transferine yol açtığını ifade etti. Enflasyonun yüzde 15–20 bandına gerilemesinin “başarı” olarak görülmesinin yanıltıcı olacağına dikkat çekti.
Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ahmet Çimenoğlu, programın kalkınma ve mikro düzeydeki sorunları göz ardı ettiğini; rezerv artışı ve yabancı sermaye girişlerinin tek başına başarı göstergesi olamayacağını savundu. Çimenoğlu, önümüzdeki dönemde ihracatçıların rekabet gücünü kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu belirterek, kaynakların etkin dağılımının ancak bağımsız bir bankacılık sistemiyle mümkün olabileceğini ifade etti.




