Son zamanlarda tamamlamadığım yazılarımı bilgisayarımın çöp sepetine attım. Birinde Dostoyevski’nin “Yemin ederim ki her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır”* sözüyle başlamışım, diğerinde ise Salinger’dan “Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra”** alıntısını kullanmışım. Başka bir yazımda dengemi bozan davranışlar ve sözlerden yakındığım, duygusal yüklerden bıktığım belirtilmiş. Bir başka metinde ise zorlukları bir sihirbazlık numarası gibi yok edip okurlarımı güldürmeyi amaçlamışım. Fakat bu yazılar arasında duraksayıp, meme kanseri tanısı aldığımda verdiğim üç kararı hatırladım:
Bu hastalığın ne kurbanı olacağım ne de kahramanı.
Ne bu konuyu araçsallaştıracağım ne de kendimi bir malzemeye dönüştüreceğim.
Sessiz sedasız tedavi olup iyileşeceğim.
Bu kararları alma sebebim, olayların dramatize edilmesinden hoşlanmam ve başkalarına yararlı olma motivasyonumun beni unutturduğu için kendime odaklanmaktır. Duygusal yükler konusunda kimseye yük olmak istemedim, başkalarının duygusal yüklerini de almak istemedim. Üzülmem, korkmam, öfkelenmem gereken durumlarda bu duyguları başkalarına bırakarak geri çekildiğim çok oldu. Bu nedenle kendi küçük çevremle gölgeliğime çekilerek mahremiyet arayışına girdim. Sahneye çıkıp kahramanlık veya kurban performansı sergilemeyecektim; tek isteğim iyileşmek ve doktorlarımın gözüne girmekti.
Bu konuyu büyütmeyecek, başkalarının benim çekildiğim alanı doldurmasını istemeyecektim. Aynı şekilde, başkalarının benim büyütmediğim mevzuyu küçültmesini de istemedim. Çünkü bazılarına hastalık bile beğendirilemiyor.
YARARLI OLMA MOTİVASYONUMU RAFE KALDIRDIM
Duygu ve düşünce zabıtalarına yakalanmayı, bitmek bilmeyen kanser öykülerine maruz kalmayı, sormadığım halde akıl-fikir dinlemeyi, insanlardan ilgi, alkış, takdir veya üzüntü toplamayı, her birine laf anlatmayı, Tıpta Uzmanlık Sınavı’na girecekmişim gibi detaylı sorularla karşılaşmayı, avutulmayı, yalandan umutlandırılmayı ve münasebetsizliklere katlanmayı istemedim. Uzuvlarımı, bedenimin herhangi bir noktasını, kaybettiğim saçlarımı veya tedavi süreçlerimi konuşmak istemedim. “Aldır ikisini de kurtul” diyenlere, “Elinde baltayla ağacı kesen ormancı bile daha nazik sizden” diyerek cevap vermek istemedim. Kendi benzersiz deneyimlerini bana dayatmaya çalışan insanlara karşı tahammül edemedim.
Tedavi sürecim, dinlenmem, beslenmem, uykum, moral ve motivasyonum oldukça iyiydi. Her kemoterapiye, dayak yiyeceğimi bile bile, parka gidecekmişim gibi heyecanla gittim. Eğer bir kuyruğum olsaydı, emin olun ki neşeyle havaya kaldırırdım. Üzerime düşeni yaptım ve doktorlarım, çevremdeki sevgi halkası üzerine düşeni yaptı.
Üzülmemek ve strese girmemek adına haberlerden uzak durdum; tedavi bitip ameliyat olana kadar tutuklanmak yasaklandı. Yaşadığım ülke Türkiye olunca, bu durum şaşırtıcı değil. Bu nedenle Nevşin Mengü’nün gözaltına alınmasından, Özlem Gürses’in ev hapsine alınmasından ve Ümit Özdağ’ın tutuklanmasından geç haberdar oldum. ‘19 Mart’ hukuku, bir karabasan gibi üzerimize çöktüğünde, bu memleketin hastalıkta bile yakamızı bırakmadığını bir kez daha anladım. Tek bir memleket üzerine düşeni yapmıyor; hep kendiyle meşgul ediyor.
TEK BİR HAYATIMIZ VAR
Haksız yere insanlar hapse atılıyor. Örneğin, Necati Özkan neden hâlâ tutuklu? Anayasal haklarını kullanan gençlerin tutuklanmasının sebebi ne? Reçeteyle siyasi yasak aldığım için yazılarıma ara vermiştim; haklarında tek satır yazamadım. Şimdi de Fatih Altaylı tutuklandı! Kurduğumuz, kuracağımız cümlelerde isyan aynı, yalnızca isimler değişiyor.
Mahir Polat, Tayfun Kahraman, Murat Çalık ve Esila Ayık gibi birçok kişi ciddi sağlık sorunlarına rağmen tutuklanırken, insan “Hasta hasta memleketle uğraşıyorum” demeye utanıyor. İnsan öleceğini bilen tek canlı değil; insan öleceğini bilip bunu unutan tek canlı. Unutmasak, yaşamak koca bir tedirginlikten başka bir şey olamazdı.
Ölüm ve yaşam üzerine düşünmek kaçınılmazdır, ama bazen daha çok düşünmekteyiz. Sesimizin kısıldığı, gözlerimizin bantlandığı, elimizin-kolumuzun bağlandığı bir yaşam, ölümü beklemek değildir de nedir? İnsan sadece biyolojik bir organizma mıdır? Kesinlikle değildir!
Tek bir hayatımız var ve kimse bizden bunu onursuzca yaşamamızı beklemesin. Haksız yere tutuklu bulunan masum insanların serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
- Yeraltından Notlar
** Çavdar Tarlasında Çocuklar romanı, baş kahraman Holden Caulfield’in bu sözleriyle kapanır.