25 yıllık bir süreçte…
Farklı bedenlerde, çeşitli kimliklerde aynı zihniyetin varlığı dikkat çekiyor…
Beşiktaş’ın yaşam dinamikleri, kültür, değerler, hikayeler ve tutumlar etrafında şekillenmektedir. Bu yapının koruma amacı güden normlar ve toplumsal kontrol mekanizmaları ile geleceğe yönelik değişim arzusu taşıyan bireysel farklılıklar arasında iki farklı baskının etkisi kaçınılmazdır. Bu faktörlerin etkileri ve sonuçlarının ‘değerler sadakati’ üzerinden değiştiği ise oldukça belirgin bir şekilde gözlemlenmektedir.
Değer kavramı, değerlerin yapısı, öznelliği ve nesnelliği gibi meseleler, ahlâk felsefesinin önemli sorunlarındandır. Ahlak kavramı, yalnızca insana özgü bir kavramdır. Aynı şekilde, değer kavramı da insan varlığının bir parçasıdır.
Ahlaki davranışları yönlendiren değerlerin, bazı durumlarda diğer değerlerin gerisinde kalması kabul edilemez. Örneğin, ticaret ekonomik bir değer olarak öne çıkabilir. Fakat Beşiktaş’ı yönetme sürecinde ahlaki değerlerin göz ardı edilip yalnızca ticari çıkarlar üzerinden bir değer elde etmeye çalışmak, değerler arasında kaçınılmaz bir çatışma yaratır. Beşiktaş’ta son 25 yıldır gerçekleştirilen bu değersizleştirme süreci, ahlaki kaygılar taşıyan birisinin değil, sadece ‘homo ticarecus’ özellikleri taşıyan birinin uygulayabileceği bir durumdur.
Beşiktaş’ın borcu 20 milyar TL’ye ulaşmış durumda ve belki de bu rakamı geçmiştir.
Her yeni başkan, kendinden önceki yönetimden kendini aklayarak temizledikten sonra, kurduğu takımı da bertaraf ederek yeni bir takım oluşturma çabası içinde ticaret yapmaktadır.
Aslında, başkan, farklı kimliklerdeki kendisine karşı başkanlık yapmaktadır.
Beşiktaş’ın değerler bütünlüğü maalesef yok olmuştur.
Önceki başkan Arat, Silva, İmmobile, Al Musrati ve Muçi’ye toplamda 100 milyon euro harcarken, aynı Arat’tan türeyen Adalı, bu sefer iki oyuncuya, Orkun ve Abraham’a 100 milyon euro harcıyor.
Farklı bir kimlikteki Çebi gibi, ortalık karıştığında ticaretin bedelini ödemek için Sergen Yalçın’a başvurmak zorunda kalıyor. Ticaret başkandan, temizlik ise Sergen Yalçın’dan geliyor.
Bu ticaretin amacı, Beşiktaş’ın şampiyon olması, Avrupa kupalarına katılması veya geleceğe yatırım yapmak değildir. Asıl hedef, Mendes aracılığıyla alışveriş yaparak dışarıya servet transferi gerçekleştirmektedir. Başkanların varoluş nedenleri bunun etrafında şekilleniyor ve bu durum, Beşiktaş’ın değerler bütünü üzerinde bir deformasyona yol açmaktadır.
Son 25 yıldır bu deformasyon sanki bir gelenek halini almış gibi sürdürülmektedir. Ne yazık ki, 25 yaşındaki Beşiktaşlılar, bunu olması gereken bir yönetim anlayışı olarak görmeye başlamıştır. Zaman içinde kulübün yapısındaki değişimler, değer kavramlarının da değişiklik göstermesine neden olmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönem, geleneksel değerler yerine neoliberal politikaların etkisiyle küresel değerlerin daha baskın hale gelmesine tanıklık etmektedir. Bu durum kaybedilen kontrol mekanizmasını bir kuralsızlık olarak pazarlamaktadır. Kırılma noktası tam olarak burasıdır.
Beşiktaş’ın tarihsel derinliğe sahip Seba geleneği, özellikle Hasan Arat döneminde, o geleneğe aitmiş gibi sunularak içi boşaltılmış ve muhalefetin temel dayanağı ortadan kaldırılmıştır. En büyük hata, bu sürece katılıp, sanki Beşiktaş’ın çıkarları üzerinden hiçbir şey düşünmeyen bir illüzyon yaratmaya çalışan ‘yetmez ama evet’ cilerinin oluşturduğu algıdır.
Seba geleneği, tarihsel bir sürece dayanmakta ve bireyde bir karakter direncine hitap eden değerleri içinde barındırmaktadır. Bu değerler, 1903 yılından beri oluşan ve korunan davranış normlarıdır. Beşiktaşlılığı tanımlayan bu değerlerin bireysel ve toplumsal yönlerinin, ahlak kavramlarıyla ilişkilendirilmesi, kişiliği temsil eden ve ahlaki yaşamına yön veren beceri ve eğilimlerin geliştirilmesi açısından gereklidir. Beşiktaşlılar, erdem sahibi, zorbalıktan uzak duran ve toplum tarafından kabul gören kimseler olarak tanımlanır.
Aristoteles’e göre erdemli insan, doğru kurala uygun olarak eylemde bulunan kişidir. Kendisine uygun eylemde bulunacak kuralların oluşturulması ise entelektüel bir süreçtir. Bu kurallar, farklı etkenlerin etkisiyle oluşur ve insanlar bu kurallara göre davranır. Dolayısıyla, “ahlaklı, uyumlu, dengeli” olarak nitelendirilen birey, bilgisi ile davranışları arasında çelişki olmayan kişidir.
4. yüzyılda yaşayan Aristoteles’i, 21. yüzyılda anmak ve gıpta etmek, insan eliyle yaratılan kötülüklerin bir sonucudur.




