Hamdi Ulukaya, kökleri bu topraklara dayanan bir isimdir. Kültürel değerleri ve mirası, geçmişten gelen zengin bir tarih ile şekillenmiştir.
1972 yılında Erzincan’ın İliç ilçesinde dünyaya gelen Hamdi Ulukaya, ABD’nin en çok tercih edilen süzme yoğurt markası olan Chobani’nin sahibi, kurucusu, yönetim kurulu başkanı ve CEO’su olarak tanınmaktadır.
Eğitim hayatının ilk dönemlerini Erzincan’da geçiren Ulukaya, daha sonra Ankara Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşti.
2002 yılında babasının önerisiyle küçük bir beyaz peynir fabrikası kurarak iş hayatına adım atan Ulukaya, 2005 yılında New York eyaletinin kuzeyinde kapatılmış bir yoğurt fabrikasını satın alarak büyük bir başarıya imza attı.
Forbes Dergisi verilerine göre, Hamdi Ulukaya’nın serveti 2,3 milyar dolar seviyesindedir.
Fenerbahçe, Chobani markasından stat isim sponsorluğu için 5+5 yıllık bir anlaşmayla yıllık 10 milyon Euro, forma sponsorluğu için ise 2+3 yıllık bir anlaşmayla yıllık en az 4 milyon Euro gelir elde edecektir. Bu rakam, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi katılımına bağlı olarak artış gösterebilir.
Futbol, sosyal etkisi bakımından ‘barıştırıcı’ ve ‘birleştirici’ bir unsur olarak kabul edilir. Ancak, Türkiye’deki futbol üretim şekli, bu birleştirici yönün yanı sıra kutuplaştırıcı etkilerini de gözler önüne sermektedir. Ulukaya’nın ‘Türkiyeliler’ ifadesi, futbol alanında yeni bir ayrım yaratmıştır. Bu durum, futbolun yalnızca bir oyun olmadığını, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmaların bir aracı haline dönüşebileceğini göstermektedir.
Sosyal medyada yükselen tepkiler, Türkiye’de futbolun sadece bir oyun değil, aynı zamanda kimliklerin, değerlerin ve toplumsal fay hatlarının kesiştiği bir alan olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.
Son 20 yılda kulüpler, yalnızca sportif kurumlar olmaktan çıkıp, iktidarın ve küresel sistemin ideolojik, etnik, dini veya sınıfsal aidiyetleri temsil eden taşıyıcıları haline gelmiştir. Bu, adeta iktidarın propaganda ve örgütlenme alanına dönüşmüştür.
Hamdi Ulukaya örneği, son 20 yılda Türkiye’de futbolun giderek daha fazla kimlik ve siyaset alanına kaydığını göstermektedir. Bu durum, bir sponsorluk anlaşmasını aşan, toplumun tahammül seviyesini aşan bir meşruiyet çelişkisini ortaya koymaktadır. Taraftarlık, yalnızca forma renkleri üzerinden değil, mevcut ideolojiler üzerinden de şekillenmektedir.
Türkiye Süper Lig’in yıllık geliri 600 milyon Euro, gideri ise 1,2 milyar Euro düzeyindedir.
Fenerbahçe’nin borcu 19 milyar TL olarak kaydedilmektedir.
Fenerbahçe, 2024-25 sezonunda sportif başarılar elde etmek adına Aziz Yıldırım’ın baskısıyla Jose Mourinho ile anlaşma sağlamıştır.
Portekizli teknik adam, geçmişte önemli başarılar elde etmiş olmasına rağmen, bu başarılar şu an Fenerbahçe için anlam ifade etmemektedir. Futbol her zaman sonuç odaklı bir oyun olduğundan, Mourinho’nun burada aynı başarıyı tekrarlaması gerekmektedir.
Mourinho, bonusları ile birlikte yıllık yaklaşık 15 milyon Euro kazanıyor. Hamdi Ulukaya ise sürdürülebilir başarı ve istikrarla bu noktaya gelmiştir. Fenerbahçe’ye sponsor olması, bu istikrarın bir sonucudur. Öte yandan, Mourinho henüz sürdürülebilir başarıyı yakalayabilmiş değildir. Bu durum, dünkü mağlubiyetle de ilişkilendirilemez.
Son iki yılda Fenerbahçe’nin oyun şablonunu oturtamaması, önemli bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Bölgesel oyunlardaki geçiş rotasyonları, yarım alan içindeki taktiksel geçişler ve hem hücum hem de savunma aksiyonları içindeki prensipler net olarak tanımlanmamaktadır. Oyun, her iki yönde de kırılganlıklar barındırmaktadır. Skoru yakalamak ne kadar güçse, kaybetmek de o kadar kolaydır. Bu durumun sorumluluğu Mourinho’ya aittir.
Hamdi Ulukaya’nın Türk vatandaşı olarak Amerika’da elde ettiği başarı, kendi ülkesinde bir takıma sponsor olmasını anlamlı kılmaktadır. Mourinho’nun ise kendi ülkesinin dışındaki takımlardan kazandığı paralarla geri dönmesi, tek başına bir değer taşımamaktadır. Belki bu durum onun için sorun teşkil etmeyebilir; ancak yaptığı işin sonucunu alması gerektiği bir gerçekliktir.
Hamdi Ulukaya, Fenerbahçe için bir kaynak yaratmaktadır, Mourinho ise bu kaynağı heba etmektedir. Aralarındaki fark tam olarak budur.
Milliyetçilik refleksleri tartışılması gereken konuları göz ardı etmektedir. Futbolun başarı odaklı beklentileri ortaya konulmadığında, oyun bir sömürü aracı haline gelmektedir.
Mendes ve ekibinin elde ettiği haksız kazançların kendi ülkelerine taşınması, sorgulanması gereken esas bir konudur. Yani, bu durumun bizi nasıl etkilediği önemlidir.