“50 katlık bir binadan düşen adamın hikayesini duydun mu? Her katta kendini rahatlatmak için şunu söylemiş: ‘Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda…’ Sanki bu durum, bizleri anlatıyor. Önemli olan düşüş değil, yere çarpış.”
Mathieu Kassovitz’in kült yapıtı La Haine’de Vinz ve Hubert karakterleri arasında geçen bu diyalog, Beşiktaş’ın son dört yılının kısa bir özeti niteliğinde. Serbest bir düşüş içinde arada gelen minik kıvılcımlarla mutlu olmaya çalışan ve hâlâ ayakta kalma mücadelesi veren bir camia olarak siyah-beyazlı ekip, kendi durumunu sorguluyor.
Bu düşüşün bir sonu yok ve yeni yönetimler, kulübün içinde bulunduğu gerçekliği kabullenmeme politikası güderek yere çarpışı engellemeye çalışıyor. Yetersiz kadrolar ve Fenerbahçe ile Galatasaray’ı yakalamak için yapılan harcamalar, siyah-beyazlıların “Buraya kadar her şey yolunda” anlarını yansıtıyor. Gerçekliği kabullenmeyen Beşiktaş, düşüşten kurtulabileceğine inanıyor. Ancak yerçekimi bir doğa kanunu ve siyah-beyazlılar, eninde sonunda yere çarpacak. Bu çarpışmanın şiddeti ise kritik bir husus. Kulübün bu gerçeği kabul etmesi için ne kadar süre geçeceği belirsiz. Yapılanma vaadiyle göreve gelen Serdal Adalı yönetimi, henüz bir yılını doldurmadan büyük harcamalar gerçekleştirdi. Ancak aldığı genç oyunculara ‘yarışmanın içindeyiz’ diyerek yeterince zaman tanınmadı.
BİTMEK BİLMEYEN ÇARPIŞMA
Sezon başı itibarıyla Beşiktaş’ın futbol aklı hâlâ günü kurtarmakla meşgul. Avrupa’da daha ilk sınavda Shakhtar karşısında yaşanan hezimet, diğer yanda ise “transfer yaparsak döneriz” umudunu besleyen bir camia var. Ancak bu düşüş, sadece sahada kaybedilen bir maç değil. Ekonomik sıkıntılar, yönetimsel belirsizlik ve sportif planlamadaki dağınıklık birleştiğinde, yıllardır ötelenen ama artık kapıya dayanan bir çarpışmayı işaret ediyor.
Serdal Adalı yönetiminin kurduğu kadroda kafa karışıklığı açıkça görülüyor. Geleceğe yatırım olarak alınan genç oyuncular, diğer yanda ise pahalı ve hazır çözümler olarak düşünülen transferlerle birlikte hareket ediyor. Ancak bu iki yaklaşım bir arada yürümüyor. Ne genç oyuncular yeterince sahada yer buluyor, ne de pahalı transferler takımın yapısını değiştirebiliyor. Beşiktaş, uzun vadeli bir proje yerine hâlâ “bir iki galibiyet alırsak toparlarız” düşüncesiyle ilerliyor.
Oysa camianın ihtiyacı olan şey, yeni bir ‘parlatılmış yıldız’ değil, gerçeklerle yüzleşmek. Taraftarın canını sıkan durum da tam olarak bu. Tribünler, takımın mücadele etmesini ve yeniden ayağa kalkmasını istiyor ama yönetimsel tercihlerin belirsizliği, umutları ve sabrı törpülüyor. Shakhtar karşısında yaşanan kırılma, bunun en somut örneğiydi. Sahada ne bir oyun planı ne de bir aidiyet duygusu vardı.
Beşiktaş’ın tarihine bakıldığında, kulüp en büyük başarılarını çoğu zaman en zor dönemlerinde elde etti. Ancak bu başarıların ortak noktası, gerçeği kabul edip yeniden yapılanmaya cesaret edilmesiydi. Bugün ise kulüp, hem ekonomik olarak zor bir durumda, hem sportif anlamda çıkmazda, hem de zihinsel olarak inkâr sürecinde. “Düşüyoruz ama sorun yok, buraya kadar her şey yolunda” diyerek bu gidişatın sonu değişmeyecek.
ÇARPIŞIN ŞİDDETİ
Kritik olan nokta, çarpışmanın ne kadar sert olacağı. Borç yükü artıyor, sportif itibar sarsılıyor, tribün sabrı tükeniyor. Yönetim, bu döngüyü kıracak radikal adımlar atmazsa, bu serbest düşüş, camianın hafızasında kara bir leke olarak kalacak. Beşiktaş’ın hâlâ güçlü bir taraftarı ve derin bir tarihi var. Ancak bunlar, düşüşü yavaşlatan unsurlar olmaktan öteye gitmiyor.
Belki de artık “yere çarpış” korkusunu geride bırakıp, gerçeği kucaklamanın zamanı gelmiştir. Yeniden yapılanma, gençlere sabır, mali disiplin ve sahada net bir proje olmadan bu hikâyenin sonu kaçınılmaz. La Haine’deki o meşhur cümleyle sonlanır: “Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.” Beşiktaş için mesele, o çarpışmanın ardından ayağa kalkacak iradeyi gösterip gösterememekte.