Balzac’ın “Goriot Baba” eserinde, kızları için her türlü zorluğa göğüs geren onurlu bir adamın ardından, genç Rastignac, mezar başında gözlerini Seine Nehri boyunca uzanan Paris’e diker ve “Şimdi ikimiz baş başa kaldık, görüşeceğiz” der. Bu hınç dolu meydan okuma, sadece kişisel bir kaybın değil, aynı zamanda içe işleyen bir sitemin ve adaletsizliğin bir ifadesidir. Tarifsiz bir hüzünle uğurladığımız Altan Öymen de bazı dönemlerde susturulmaya çalışılmış bir düşünce insanıydı. Ülkemizin zorlu günlerinde, belki de kıymeti yeterince anlaşılmamış bir bilgenin kaybının hüzünlü bir hatırlatıcısıydı, Rastignac’ın içindeki öfkeyi anımsatır nitelikte.
VAZİYETE HÂKİM BİR BAŞYAZAR
Altan Öymen, evrensel değerlere sahip, derin birikime sahip bir aydındı. Alçakgönüllü nezaketi ve hoşgörüsü ile, bir yönüyle erken Cumhuriyet dönemi romanlarının karakterlerinden biri gibi, diğer yönüyle ise sıcaklığı ve içtenliğiyle halkın içinden gelen bir dost olarak tanınıyordu. Bu iki yönü, kişiliğinde doğal bir şekilde harmanlayabilmesi, Cumhuriyetin idealizmini özümsemiş bir kuşaktan gelmesindendi. Yaşamı, Kurucu Meclis’ten CHP Genel Başkanlığı’na, muhabirlikten başyazarlığa uzanan bir serüven niteliğindeydi. Herhangi bir ayrıcalıkla değil, kendi emeğiyle ulaştığı her noktada duruyordu.
1923’ün aydınlanmacı ruhunu, demokrasi, vatan sevgisi ve emeğe duyduğu saygı ile birleştirerek yerelden evrensele uzanmayı başarmıştı. Aktif siyasi hayatı boyunca ilkelerinden taviz vermemiş, bu sebeple birçok bedel ödemek zorunda kalmıştı. DP döneminde gözaltına alındı, 12 Mart sonrasında ise kendisini trajikomik bir hikâyenin içinde buldu; Titrek Hamsi Örgütü’nün baş aktörlerinden biri olarak yargılandı ve hapis cezası aldı. 12 Eylül sonrasında ise siyasetten men edilerek, CHP’ye ve ülke demokrasisine büyük katkı sağlayabilecek bir isim olmasına rağmen, karanlık oyunlar yüzünden genel başkanlığı kaybetti. Bu oyunların sonucunda sadece Altan Öymen değil, CHP ve Türkiye de geleceğini yitirmiş oldu.
Altan Öymen, yakın siyasi tarihimizin en iyi bilen isimlerinden biriydi. Bu birikimini beş ciltlik “Anılı Kitaplar” serisinde toplamış, 1932-1962 arasını neredeyse gün gün kayıt altına alarak tarihe tarafsız bir not bırakmıştı. Demokrat bakış açısıyla günümüze de ışık tutan bu eserler üzerine farklı şehirlerde gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde, “Siyasetin laboratuvarı tarih ve anılardır” derken, Akif’in “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” mısralarını anımsatmayı ihmal etmezdi.
‘O İRTİBAT KOPMAYACAK’
Siyasi duruşu ve yaşamıyla, iyi bir gazetecinin, iyi bir siyasetçinin nasıl olması gerektiğine dair örnek teşkil ediyordu. Son nefesine kadar ülkesinin ve CHP’nin sorunlarıyla ilgilenmişti. 8 Temmuz akşamı, hastane odasında gerçekleştirdiğimiz son görüşmemizde hukuksuzluktan, demokrasinin kuşatılmasından, mitinglerden ve tarihteki sivil itaatsizlik hareketlerinden bahsettiğimizde; her zamanki sağduyulu iyimserliğiyle, “Zor zamanlar… Ama geçer” demişti. Bu sözleri, teselli amaçlı değil, demokrasinin direncine ve toplumun sağduyusuna olan güveniyle ifade ediyordu.
Altan Bey, en zor dönemlerde bile yaşam sevincini ve ince mizahını kaybetmeyen, dostluğuyla huzur veren bir insandı. Telefon görüşmelerine tanıdık ve neşeli sesiyle “Vaziyete hâkim miyiz” sorusuyla başlar, sohbetin sonunda ise yıllardır değişmeyen o veda sözüyle kapatırdı: “İrtibatı muhafaza.” Artık sesi telefonun ucundan gelmeyecek belki ama, yazdıkları, yaşamı ve belleğimizde bıraktığı izlerle o “irtibat” asla kopmayacak.
Nasıl ki Rastignac, Goriot Baba’nın mezarı başında çürümüş bir düzenle hesaplaşma sözü verdiyse, biz de Altan Öymen’in ardından hukuksuzluğa ve eşitsizliğe karşı mücadele etme sözü veriyoruz. Bu, yalnızca bir vefa değil, onun yaşamı ve mirası karşısında taşıdığımız tarihsel bir sorumluluktur.