Günümüzde birçok krizle karşı karşıyayız; bu duruma “polikriz” deniyor. (Detaylı bilgi için 17.7.2023 tarihinde yayınladığımız “Küresel riskler: Polikriz ve permakriz” başlıklı yazıya göz atabilirsiniz.) Bu çoklu kriz olgusu, aynı zamanda kalıcı ve yapışkan bir özellik taşıyor. Ekolojik kriz, bu çoklu krizlerin önemli bir parçası olarak öne çıkıyor. İklim değişikliği, ekolojik krize dair en büyük risk unsurlarından biri. Hem sağ hem de sol kesimden bu krizi reddedenler bulunmakta. Ancak, ortaya çıkan belgeler, özellikle sağ kesimdeki inkârcıların petrol ve kömür endüstrileri tarafından desteklendiğini gösteriyor. Doğadaki karbondioksit seviyesinin binlerce yıllık tarihi incelendiğinde, son 200 yılda yaşanan artışın eşine rastlanmadığı görülüyor. Bu durum, iklim krizinin küresel bir sorun olduğu gerçeğini pekiştiriyor; dolayısıyla çözüm de küresel ölçekte olmalıdır. İklim değişikliğinin sınıfsal boyutuna bakıldığında, bu sorunun temelinde kapitalist sistem yatıyor. Sanayileşmiş kapitalist ülkeler, bu krizin en büyük sorumluları arasında. Tüketim ekonomisi, bireyleri “tüketiyorum, öyleyse varım” anlayışına sürükleyerek, sağlıklı bir yaşam kalitesinin önüne geçiyor. E. Fromm’un ünlü “Olmak veya Sahip Olmak” ikilemi, burada önemli bir yere sahip.
Bu küresel sorunların çözümü için ülkeler arasında işbirliği yapılırken, yeşil dönüşümle birlikte karbon emisyonları azaltılmakta ve sıfırlanması hedeflenmektedir.
Bu bağlamda, ülkeler çeşitli yasal düzenlemeler geliştirmektedir. Ülkemizde, 7552 sayılı İklim Kanunu, 9.7.2025 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yasa, uluslararası anlaşmalardan (Paris Anlaşması, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi) kaynaklanan yükümlülük ve sorumlulukları göz önünde bulundurarak hazırlanmıştır.
YASAYA GENEL BAKIŞ
İlgili yasada bazı kavramlar (net sıfır emisyon, adil geçiş, iklim adaleti vb.) tanımlanmış, diğer bazı kavramlar (karbon kredisi, emisyon ticaret sistemi – ETS, tahsisat, yeşil taksonomi vb.) yasal dille uyumlu hale getirilmiş; piyasa temelli enstrümanların çerçeveleri çizilmiştir.
Yasa, ulusal katkı beyanı, yerel eylem planları ve eşgüdüm için kurullar gibi unsurları çevre hukuku açısından yasal bir kimliğe kavuşturmuştur. Ayrıca, ETS ilk kez bu yasayla düzenlenmiş ve bir pilot uygulama dönemi belirlenmiştir.
Düzenlemeler, çevre hukuku ile birlikte idare hukuku, enerji hukuku ve ekonomi hukuku alanlarını da kapsayan disiplinler arası bir düzenleme niteliği taşımaktadır. Yetki ve sorumluluk dengesi, kamu yararı ilkesi doğrultusunda yapılandırılmaya çalışılmıştır. Karbon piyasası, hukuk devleti çerçevesinde kurumsal bir yapıya kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
YASA NE GETİRMİYOR VE NE GÖTÜRÜYOR?
Yasada bağlayıcı dönüşüm hedefleri bulunmamaktadır; yalnızca emisyon ticareti üzerine bir düzenleme mevcuttur. Bu durum, AB Yeşil Mutabakatı’nın getirdiği karbon vergisine maruz kalacak demir-çelik, çimento, elektrik, gübre, hidrojen ve alüminyum sektörlerine kolaylık sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak, emisyon ticaretinin genişlemesi, gerçekte sera gazı emisyonlarının azalmasını sağlayacak mı? Ülkemiz enerji dışalımına bağımlı; gazın yüzde 99’u, petrolün yüzde 90’ı ve kömürün yüzde 50’si dışa bağımlıyız. Fosil yakıtları terk edip yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş stratejimiz var mı? Henüz yok. Sözde Enerji Verimliliği Yasası çıkarılmış olsa da, bu alanda kaydedilen ilerleme son derece sınırlıdır.
İklim kriziyle ilgili toplumsal sorunlar yasada yeterince yer bulamamaktadır. Bu durum, ülkemizin tarımını olumsuz etkileyerek dışa bağımlılığı artırabilir. KOBİ’lerin kapanarak boşalttığı alanların çok uluslu şirketler tarafından doldurulması, yerli ve milli ekonomi hedefinin tam tersine bir durum yaratabilir. Ekonomik etkilerinin tsunami gibi olacağı öngörülmektedir.
MADEN VE ENERJİ TORBA YASASI İKLİM YASASINA KARŞI
Kamuoyunda “Süper İzin Yasası” olarak bilinen Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi yasalaşırsa, İklim Yasası’ndaki bazı düzenlemelerin geçersiz kalmasına neden olabilir. Örneğin, sera gazlarının atmosfere ulaşmasını önlemek için yutak alanlarının (orman, tarım ve sulak alanlar) kullanımı engellenebilir. Bu durum, hem karbondioksiti tutan ağaçların kesilmesine hem de yutak alanlarının madencilik ve diğer endüstriyel projelere açılmasına yol açacaktır.
SAHİ NEYDİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE PARİS SÖZLEŞMESİ?
İklim değişikliği üzerine 20 yıldır devam eden tartışmaların ardından, 200’e yakın ülkenin temsilcileri Paris’te (COP21) bir sözleşmeye imza attı. Bu sözleşme, birçok medya organında sevinçle karşılandı. Ancak, sözleşmenin hedefleri ve içeriği, yetkin kurumların bilimsel çalışma sonuçlarıyla uyumlu görünmemektedir.
Sözleşmede, küresel ısınmanın 2 derece altında tutulması hedeflenirken, tercih edilen hedef 1,5 dereceydi. Ancak, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin raporuna göre, imzacı ülkelerin Niyet Edilen Ulusal Katkı Planları’na dayanarak yapılan değerlendirmelerde, küresel ısınmanın 2,7 ile 3,7 derece arasında olacağı öngörülmüştü. Örneğin, Türkiye’nin bu hedefe ulaşabilmesi için katkısını iki veya üç katına çıkarması gerekecektir. Sözleşmede fosil yakıtların isimleri geçmiyor. Ancak, doğanın korunması ile ilgili ifadeler yer almakta.
İmzalanan sözleşme, fosil yakıtların yüzde 80’inin yer altında kalmasını zorunlu kılıyor. İmzacı ülkelerin, bu hedefe ulaşmak için her beş yılda bir hesap vermeleri kararlaştırılmıştır. Paris Sözleşmesi, aynı zamanda yeni bir başlangıç olarak da yorumlanabilir. Ancak, bu sözleşmenin, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine maruz kalan halklar için kısa vadede fazla bir fayda sağlamadığı açıktır.
Hükümetlerin bu karara sahip çıkması ve gerekli çalışmaları yürütmesi, halkların bu konuda takipçi olması ile mümkündür. Gerçek hedef, yaşanabilir bir dünya sağlamak olmalıdır. Bu amaçla, fosil yakıtlardan tamamen vazgeçilmeli ve %100 yenilenebilir enerjiye geçiş sağlanmalıdır.
Sözleşmeye göre, Kyoto anlaşmasının sona ermesinin ardından 2020’den itibaren 2100 yılına kadar sera gazı emisyonlarının her yıl yüzde 3 azaltılması, zengin ülkelerin ise her yıl yüzde 10 azaltması hedeflenmiştir. Ancak, ABD’nin anlaşmadan çekilmesi, bu hedeflerin gerçekleştirilmesini zorlaştırmaktadır.
Paris Anlaşması’nda 2035 için Ulusal Katkı Planları’nın belirlenmesi gerektiği 2025 yılına kadar tamamlanmamıştır.