Sürekli değişkenlik gösteren sosyal politikalar, ahlaki ve politik değerlerden bağımsız bir şekilde düşünülemez. Bu durum, neoliberal politikaların mevcut ekonomik koşullara yanıt verememesinin yarattığı yoksulluk, işsizlik ve sosyal güvence eksikliği gibi sorunları doğa tarafından dayatılan kaçınılmaz olgular olarak sunmaya çalışan bir anlayışla daha da karmaşık hale gelmektedir. Bu etik dışı ve ahlaksız yaklaşım, sosyal politikanın eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilmesini engellemekte ve yetersizliklerinin dikkatlerden kaçmasına yol açmaktadır.
Neoliberal politikaların etkisiyle yok olan ulus kavramı, kontrol mekanizmalarının yerini piyasa koşullarının almasıyla ortaya çıkmıştır. Bu politikaların sonuçlarından biri, uluslararası sermayenin çoğu devlet bütçesinin ötesinde birikim yapmasıdır. Dolayısıyla, devletler bu sermaye yapısının taleplerine karşı duyarsız kalamaz hale gelmiştir.
Sonuç olarak, para kontrol edilemez bir şekilde dolaşıma çıkmış ve devlet kavramı kişiselleştirilerek öznelleştirilmiştir. Böylelikle, devletin kontrol mekanizmaları devre dışı bırakılmıştır.
Futbol da bu süreçten nasibini almıştır. Futbolun gelir kaynakları; yayın gelirleri, müsabaka gelirleri, futbolcu transferleri ve sponsorluklar, futbolu büyük bir endüstri haline getirmiştir. Bu durum, futbolun kendi sermayesini yaratan bir kültür endüstrisi haline dönüşmesine ve kontrol mekanizmasından çıkmasına neden olmuştur. Bu değişim, kaçınılmaz bir zorunluluktu.
FIFA ve UEFA, bu yeni politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılmıştır. Her iki kuruluş, adeta bir ‘rant’ çetesi gibi davranarak gayri nizami para politikalarını göz ardı etmekte ve hatta teşvik etmektedir.
Katar’a verilen Dünya Kupası, Suudi Arabistan’a sağlanan avantajlar ve özellikle bu ülkelerin kulüp satın alma imkanları, piyasa dinamiklerini bozacak şekilde kontrolsüz limit kullanımlarına yol açmıştır.
‘Dünya Kulüpler Kupası’ ve futbolcuların sömürülmesi, FIFA’nın elde edeceği devasa gelirlerin önüne geçerek maçların nasıl oynandığını gözler önüne sermektedir. FIFA, 2023-2026 döneminde düzenleyeceği sportif etkinliklerden toplamda 13,6 milyar dolar gelir beklemektedir.
Bu organize yapı, menajerler aracılığıyla kulüplerin içinden dışarıya servet transferlerine neden olmaktadır. Türkiye, bu durumdan en çok etkilenen ülkeler arasında yer almaktadır.
Tüm kulüplerde başkanlar, yöneticiler ve antrenörler için menajerler bulunmaktadır. Ancak bir kulüpte başkanın ve yönetim kurulunun ayrı ayrı menajerleri olması da mümkündür.
Örneğin, üç büyük kulübün toplam borcu 50 milyar TL’ye yaklaşmıştır. Galatasaray, bir oyuncuya 100 milyon avro ödemeye hazırken, Fenerbahçe döneminde 100’den fazla oyuncu ve 13-14 antrenör değişikliği yaşanmış ve bu süreçte ciddi finansal kayıplar yaşanmıştır. Beşiktaş ise son 25 yılda her yıl ortalama 28 milyon avro zarar etmiştir. Bu dönemde, 200 milyon avro gibi büyük bir zarara neden olan Yıldırım Demirören yönetiminde Futboldan Sorumlu As Başkan olarak Serdal Adalı görev yapmıştır.
Her iki kulübün menajeri Mendes’tir. Al Murati, Muçi, Paulista, Uduokhai, Immobile, Arroyo, Elan Ricardo, Jurasek ve Abraham, Mendes’in temsil ettiği oyunculardır.
Beşiktaş Başkanı’nın inşaatçı olduğu iddiaları arasında, futbol ile ilgili donanımının bu yıl ne olacağı merak konusudur. İlk sınavı, kaç futbolcuya para vererek yollayacağı olacaktır. Ardından, alacağı oyuncular ve ödenecek miktarlar gündeme gelecektir.
Kulüplerin, siyasetin ekonomik politikalarına uygun olarak kupon arsalarını inşaata açmaları ve istenilen yatırım ortamını sunmaları, kendileri adına bir güvence referansı niteliği taşımaktadır. Futbolun siyasete teslimiyeti, neoliberal politikaların kulüpleri birer araç haline getirmesi ve başkanlar ile yöneticilerin var olma sebeplerinin bu duruma dayanmasıyla daha da belirgin hale gelmiştir.