Etimesgut Belediye Başkanı Erdal Beşikcioğlu, Cumhuriyet gazetesinin sorularını yanıtladı.
– Behzat Ç, sistem dışı bir başkomiser olarak izleyiciyle buluştu. Halk, Behzat Ç’yi benimsedi ve bir fenomen haline geldi. Siz Behzat Ç ile kendiniz arasında ne gibi benzerlikler görüyorsunuz?
Behzat Ç, devlet için yetiştirilmiş, vatansever bir karakter. O, kimsenin cesaret edemediği bir dönemde paralel yapıyı gözler önüne serdi. Kabalığı bir kenara bırakırsak, onun diğer tüm unsurları benimle örtüşüyor. Babam Vakıflar Bölge Müdürü olduğu dönemde birçok evin sahibi olabilirdi; ancak bizim sadece bir aile evimiz oldu. Bu durumu şaka olarak babama söylediğimde, şaka bile olsa tepki aldım. Böyle bir aileden gelen biriyim. Behzat Ç’nin babası da asker, o da bir asker ailesinde büyümüş ve vatanına karşı derin bir sevgi besliyor. Ben de benzer bir his taşıyorum.
‘SANAT SİYASETTEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ’
– Adaylığınız sırasında mesleğinizle ilgili eleştirilerle karşılaştınız. Bu eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu düşünüyorsunuz?
“Sanatçıdan belediye başkanı olur mu?” söylemi, aslında büyük bir cehaletin ifadesidir. Berber, mimar veya ev hanımı belediye başkanı olabiliyorsa, sanatçı neden olmasın? Bu olamama algısının temelinde, 23 yıllık siyasi iktidarın kültür ve sanata yaptığı yatırımların eksikliği yatıyor. Zülfü Livaneli sanatçıydı ve siyasetin içindeydi. Fatma Girik, sinema sanatçısı olarak belediye başkanlığı yaptı. Cüneyt Arkın da siyasi hayata atıldı. Ancak, o dönemde Fahrettin Cüreklibatır’ın yeterince tanınmaması nedeniyle kazanamadı. Kısacası, sanatçı her zaman siyasetin içinde olmalıdır. Çünkü sanatçı, toplumsal olayları analiz eder ve repertuvarında topluma yol gösterir. Sanat ve siyaset birbirinden ayrı düşünülemez.
– Sanatçı olmanız size ne gibi avantajlar sağladı?
Sanatçı olmam, görünürlük açısından avantaj sağladı. Kendimi anlatmak için ekstra bir çaba göstermedim; çünkü yıllarca televizyon aracılığıyla insanların evlerine girmiştim. Oynadığım karakterlerde devlet adamının ne demek olduğunu ifade etmiş, ülkenin en hassas meselelerine parmak basmıştım. Sosyal hayatıma dikkat ettiğim için seyircimle olan bağım güçlendi. Siyaset bu durumun ne anlama geldiğini başlangıçta kavrayamadı, fakat işin içine girdikçe bu güçlü bağı fark ettiler.
‘YALAN BENİ ÇİLEDEN ÇIKARTIYOR’
– Sanatçılar genellikle hassas kişilikleriyle bilinirken, siyaset daha sert bir alan. Sanatçı ve siyasetçi kimliğinizin çatıştığı anlar oluyor mu?
Evet, böyle anlar oluyor. Siyasetteki yalanlar beni çileden çıkarıyor. Sahne üzerinde sanatçı, rol kişisinin söylediklerini tekrar eder; yani rol yapar ve bunun herkes farkındadır. Ancak siyasetteki rol, vatandaş tarafından bilinmeden izlenir. Bu durumu görünce, siyasette beni en çok rahatsız eden şey, yalanların bu kadar rahat bir şekilde söylenebilmesidir. “Sanatçı hassastır” söylemi doğru değil. Ben, bir idealim varsa o yolda sonuna kadar ilerlerim. Medya dünyası da oldukça zorlu bir alan; kendi içinde klikleri ve cemiyetleri barındırıyor. Sürdürülebilir bir iş yapmanın zor olduğunu biliyorum.
– Medya dünyasında kıskançlık yaygındır; siyasette de benzer bir durum söz konusu mu?
Bunu kabul ediyorum. Evet, kıskançlık mevcut.
‘KENDİMİ GERİDE TUTUYORUM, İŞİME ODAKLANIYORUM’
– Siyasetçiler görünür olmak ve tanınmak için çaba sarf eder. Ancak sizin buna ihtiyacınız olmadı. Kıskançlık hissediyor musunuz?
Tam da bu sebepten ötürü, “rol çalmak” gibi algılanmaması için kendimi geride tutarak yaptığım işe odaklanıyorum.
Seçim döneminde bazı aday adaylarıyla ilçede bazı zorluklar yaşadık. Bunu başarmamız zor oldu. Örneğin, “30-35 meclis üyesi sokacağız” dediğimde birçok kişi güldü. Bu benim için oldukça ağır bir durumdu. O an kimseyi tanımıyordum ve bir kadrom yoktu. Herkes bunu biliyordu, bu nedenle inanmadılar. Ben de herkesle iddiaya girdim, çünkü takım elbisem yoktu. Sonuçta 33 kişi sokmayı başardık ve altı takım elbise kazandım.
‘İLK SERMAYEM GÜVEN’
– Haklı çıkmanız sonrasında ne gibi değişiklikler yaşandı?
Sonrasında kırılmalar başladı. İnsanlar, benden kendilerine güvenmemi istemeye başladılar. İnsan ilişkilerinde benim ilk sermayem güvendir. Ancak güven unsuru zedelenirse, o kişiyle ilişkimi yeniden kurmak güçleşir. İlk etapta herkese kendilerine güvendiğimi söyledim. Seçimi kazandıktan sonra “Artık sizin bana güvenme zamanınız geldi” dedim ve hikaye gelişti. Kıskançlıklar, çekememezlikler ve güvensizlikler yerini ortak bir çalışmaya bıraktı ve farklı bir kimyaya dönüştü.
– İçinde bulunduğumuz dönemde siyasetin sanata etkisi nedir? Sansür, müdahale veya baskı yaşanıyor mu?
Benim emekli olma hikayem tam da bununla alakalı. Cumhurbaşkanımızın Ordu Gençlik Kolları ile yaptığı bir toplantıda, Devlet Tiyatrosu’ndaki sanatçılar için “Parasını ben veriyorum, bu adamlar benim dediğimi yapacak” ifadelerini duyduğumda, bu sözler beni derinden etkiledi. O sırada turnede olduğum için dönerken bu durumu kafamda tartışıyordum ve bir polis memuru beni durdurdu. İşte o an karar verdim, “Madem sen parasını veriyorsun, ben senin verdiğin parayla sanatımı yapmak istemiyorum” dedim ve emekli oldum. Bu söylemden sonra Devlet Tiyatrosu’nun gerilemeye başlaması kaçınılmaz oldu. Zira birçok sanatçı arkadaşım da kurumu terk etti.
– İçeride mücadele etmek mümkün müydü?
Mümkün değildi. CİMER gibi bir durum oluşmuştu. Seyirciler, giyilen kostümlere dahi karışıyordu. Seyirci, kostüm ve sanatçının estetiğine karışamaz; ancak ideolojik eleştiriler yapabilir. Bir etek boyu yüzünden oyun kaldırılabilir mi? Kostüm nedeniyle Avrupa’ya çıkış yasağı getirilebilir mi? Giysi ile kostüm arasındaki farkı bilmeyen bir yapıyla, o kuruma bağlı olmadan mücadele etmek mümkün değil.
– Partinizin birçok belediye başkanı cezaevinde ve yargılamaları tutuklu yapılıyor. Siyasette ve yargıda baskı konuşuluyor. İçinde bulunduğumuz süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belediyelere baskı var, çünkü çalışmalarımız var. Eskiden bireysel rant siyaseti vardı; biz ise toplumsal rant üzerinden siyaset yapıyoruz. Yerel seçimde kaybeden iktidarın kitlesinin yapılan hizmetler nedeniyle eridiği açık. Halka hizmet ediyoruz ama karşımızda bunu engellemeye çalışan bir




