Spor dünyası, son zamanlarda büyük para haberleriyle sıkça karşılaşır hale geldi. Rekor seviyedeki sponsorluk anlaşmaları, dev organizasyonlar, ünlü sporcular ve göz alıcı etkinlikler dikkat çekiyor. Ancak Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin yaptığı yatırımlar, “Zengin bir ülke spora yatırım yapıyor” klişesinin ötesine geçiyor. Bu durum, sporun bir ülkenin uluslararası alanda kendini ifade etme biçimi haline dönüşmesini sağlıyor.
Bu bağlamda “sportswashing” (Sporla aklama) tartışmaları yeniden gündeme geliyor. Spor, bir yandan küresel eğlence endüstrisinin motoru haline gelirken, diğer yandan siyasi meşruiyet sağlama aracı olarak kullanılıyor.
Tartışmaların merkezinde genellikle Riyad değil, Londra’daki lig ofisleri, federasyon toplantıları ve yayıncı kuruluşlar yer alıyor. Rejim vitrini kurulduğunda, bu vitrin camını parlatan el yalnızca ev sahibi ülke değil, aynı zamanda Batılı spor kurumlarının sessizliği de önemli bir rol oynuyor.
PREMIER LİG: UYGUNLUK TESTİ YETİYOR MU?
İngiltere’deki tartışmaların odak noktası hâlâ Newcastle United. Kamu Yatırım Fonu (PIF) ile bağlantılı konsorsiyum tarafından gerçekleştirilen satın alma işlemi, Premier Lig’in sahiplik ve uygunluk denetimlerinin sınırlarını gözler önüne seriyor.
Kâğıt üzerindeki kurallar, devlet bağlantıları ve insan hakları konuları tartışmayı yalnızca ertelemekle kalıyor. Premier Lig’in anlaşmayı yeniden gözden geçirmeyeceğine dair gelen haberler, bu konunun kapanıp kapanmadığını sorgulatan yeni tartışmalara yol açıyor.
Sporun “normalleştirme” mekanizması burada devreye giriyor: Kulübün sportif başarısı ve şehrin ekonomisine olan katkısı manşetlerde yer buluyor. Ancak bu durum, etik kaygıları çoğu zaman “Biz siyaset yapmayız” söylemiyle geçiştiriyor. Oysa bu yaklaşım, para akışını sorgulamamak anlamında siyasi bir tutum sergiliyor. Bu sessizlik eleştirileri, özellikle Newcastle vakası üzerinden İngiliz basınında uzun süredir gündemde tutuluyor.
BÜYÜK VİTRİN: 2034 DÜNYA KUPASI
Suudi Arabistan’ın 2034 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapması, bu konunun daha geniş bir perspektiften ele alınmasını sağlıyor. FIFA’nın insan hakları taahhütleri ile bu durum arasındaki tutarlılık sorgulanıyor.
Bir grup hukukçunun FIFA’yı insan hakları ihlalleri nedeniyle resmî şikâyet sürecine itmesi, konunun artık sadece bir yorum değil, kurumsal bir kriz başlığı haline geldiğini gösteriyor.
Ayrıca, ev sahipliğinin mega proje boyutu bile zorluklarla karşı karşıya. Stadyum projeleri ve maliyet kısıtlamaları, bu tür vitrin projelerinin etik ve ekonomik olarak kırılgan olabileceğini hatırlatıyor.
Reuters’ın, Suudi Spor Bakanı’nın 2034 Dünya Kupası için 64 takım fikrine açık olduklarını belirtmesi de organizasyonun sürekli bir genişleme arayışında olduğunu ortaya koyuyor.
BOKSTA DA BENZER TABLO
Boks alanı, sportswashing tartışmalarının en belirgin şekilde görüldüğü alanlardan biri. Burada sistem basit: En büyük maçı istiyorsan, en çok paranın ödendiği yere gitmen gerekiyor. Riyadh Season markası, boksun sadece ringini değil, gündemini ve yayıncılık yapısını da yeniden şekillendiriyor.
Reuters’ın, Canelo Alvarez’in Riyadh Season ile dört maçlık bir anlaşma yaptığına dair haberi, bu spor kararının aslında devlet destekli bir PR yapısına bağlandığını açıkça ortaya koyuyor.
Bu sistemin hedefi, tek gecelik şovdan daha fazlasını sağlamak; sürekliliği sağlamak. Yayın stratejileri de benzer bir genişleme çabası içeriyor; Riyadh Season ile The Ring arasındaki organizasyonların abonelik modeline geçişi, kitleyi büyütüp normalleşmeyi hızlandıran bir adım olarak değerlendiriliyor.
FORMULA 1: İNSAN HAKLARI SORUSU
Formula 1 de, otoriter rejimler ve mega etkinlikler arasındaki tartışmaların sürekli bir parçası. Takvim genişledikçe, F1’in devletlerle yaptığı uzun vadeli anlaşmalar, sporu daha fazla jeopolitik vitrine açıyor.
İnsan hakları örgütleri, Suudi Arabistan’daki F1 organizasyonlarının ihlallerin üzerini örtme riskine dikkat çekiyor. Spor ve hak temelli koalisyonların F1’e insan hakları maddelerini şeffaf hale getirme çağrısı, tartışmanın özünü netleştiriyor: Asıl mesele yarışın olup olmaması değil, hangi koşullarda, hangi denetimle ve hangi hesap verebilirlikte yapıldığıdır.
Bugün geldiğimiz noktada sportswashing tartışmalarının en acı veren yönü, kurumların apolitik kalmak istediklerini ifade etmesine rağmen, aynı kurumların devletlerle uzun vadeli ticari ilişkiler kurması. Bu durumda apolitik söylem, pratikte siyasi riskleri hiçe sayma konforuna dönüşüyor.
Suudi Arabistan, sporu bir vitrin olarak kullanıyor, bu konuda şüphe yok. Ancak bu vitrin tek yönlü değil. Vitrinin ışığını ayarlayan, camını parlatan ve içerideki görüntüyü normalleştiren bir başka aktör daha var: Küresel spor endüstrisinin kurumsal Batısı.
Tartışmanın kilidi burada yatıyor. Rejimler mi sporu kullanıyor yoksa spor endüstrisi, rejimlerle iş yapmaya hazır bir pazar olduğu için mi bu kadar kolay bir sessizlik sergiliyor?




