Geçmişte futbol dünyasında “sezon açılışı” adı altında bir gelenek vardı.
Yeni bir sezon başladığında, takımın yeni oyuncuları ve taze bir enerjiyle taraftarla buluştuğu bu etkinlik, coşku dolu bir atmosferde gerçekleşir; oyuncular tanıtılır, umutlar tazelenir ve şampiyonluk için ortak bir sinerji oluşturulurdu.
Ancak günümüzde, transfer döneminin devam etmesi ve yoğun Avrupa Ligi maçlarının başlaması, kamp çalışmalarının ardından hemen bu yoğunluğa geçilmesi bu tür bir etkinliği imkansız hale getiriyor.
Bununla birlikte, sezonun ilk resmi maçı olan dünkü Shakhtar Donetsk karşılaşması, bu ritüeli yaşamak için uygun bir fırsat olarak değerlendirilebilirdi.
Ne var ki, Beşiktaş Jimnastik Kulübü bu maçı sıradan bir mücadele olarak görmeyi tercih etti. Tribünlerde hiçbir özel pankart, taraftarlara dağıtılacak yeni bayraklar ya da görsel bir şov yoktu. Herhangi bir hazırlık yapılmamıştı.
Peki, taraftar arasında bu konuda bir heyecan var mıydı?
Onlarda da bir coşku yoktu. Sanki “Orkun Kökçü Show” her şeyi yeterli kılmıştı; taraftarın motivasyonu orada sağlanmış gibiydi.
Açıkça görülüyor ki, tartışmalı kadro, maçın sonucuna da yansıyan bir motivasyona sahip değildi.
Zaten ikinci golün ardından başlayan protestolar ve “Sergen Yalçın” tezahüratı da bu durumu pekiştirdi.
Sahaya baktığımızda, Beşiktaş taraftarının motivasyon eksikliği için birçok sebep mevcuttu. Geçen sezon “tek bek” ile oynayan Beşiktaş, bu sezon sahaya sıfır bekle çıkmıştı. Masuaku, birkaç maç dışında bu kadar kolay geçildiğini hatırlıyor musunuz? Onun hızlı çıkışlarını ve etkili kanat ortalarını özlüyor musunuz? Bu soruları yönetime ve Ole Gunnar Hoca’ya yöneltmek gerekiyor.
Dün gece Shakhtar’a karşı “mis gibi Türk lokumu” kıvamında bir maç oynatan bekler meselesi böyle, peki ileri kanat oyuncuları ne durumda? “Hangi kanat oyuncuları?” sorusunu sorar gibi oluyorum. Bu takımda gerçekten etkili bir kanat oyuncusu var mı?
Anlaşılan o ki, kulüp yönetimi, “Abraham ve Orkun’u aldık ya, daha ne istiyorsunuz?” düşüncesiyle koltuklarına yaslanmayı tercih etmiş. Ama iki oyuncu tek başlarına maçı kazanabilir mi?
Yedek kulübesine baktığınızda, geçen sezondan farklı ve heyecan verici bir isim var mı? Genç oyuncular arasında Semih mi? İlk üç maçta sakatlanıp kadrodan düşen Mustafa mı? Tayyip mi? Kartal mı? Emrecan mı? Salih mi? Bunlar yeterli mi?
Tammy Abraham’a (Allah korusun) bir şey olursa, kim gol atacak? Penaltılarla idare eden Immobile’yi bile mi arayacak Beşiktaş?
Maç öncesi basın toplantısında Solskjær Hoca, futbolun temel kurallarından birini hatırlattı:
“Bir takımın topluca ve hızlı bir şekilde topu rakip kaleye taşıması (ve kaptırmadan) futbolun en temel kuralıdır. Eğer kaptırırsanız, geri dönüş zorlaşır. Bu tür durumları yaşamayı istemeyiz. Çünkü bu, rakibin istediği şeydir.”
Dün Shakhtar karşısında sıkça yaşanan bu durum, hazırlık maçlarında da sıkça gözlemlenmedi mi? Ben izledim, gördüm. Peki, hoca bunu görmedi mi? Önlem aldı mı? Eğer aldıysa, bunu uygulamakta başarısız olduğu açıkça ortada.
Orta sahada “dezorganizasyon” sorunu hâlâ çözülememişken, bir başka önemli sıkıntı da dikkat çekiyordu:
Oyuncular arasında bir “takımdaşlık” havası yoktu. Maç boyunca birbirleriyle tartıştılar. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Dahası, transfer dönemi devam ettiği için, takımın önemli bir bölümü hala transfer listelerinde yer alıyordu; bu yüzden formaya ve stada ait hissetmiyorlardı.
Tüm bunlar, Shakhtar’a ve yeni hocaları Arda Turan’a müthiş bir gece yaşattı.
Fark daha da açılabilirdi. Beşiktaş kalesini Mert ve ilahlar korudu.
Shakhtar Avrupa’nın öyle büyük takımlarından biri değil ancak yine de “taş gibi” bir ekip. Bu ligde başarı elde etmeye aday bir takım. Bu yüzden Beşiktaş’ı böyle bir gününde yakalayıp işini bitirdi.
Rövanştan Beşiktaş adına bir şey çıkar mı?
Kimse kesin bir şey söyleyemiyor. İhtimal bile vermek zor.
Futbol bu. 2-0 bile durumu uzatmaya götürebilir. Artık “deplasman golü hesabı” olmadığına göre.
Ancak Beşiktaş, Temmuz’un 24’ünde bile sahada, kendi taraftarı önünde yuhalanıyorsa, ıslıklanıyorsa; hocaya “git” anlamında slogan atılıyorsa, “Sergen – Mergen” tezahüratı yapılıyorsa, tarihin en erken havlu atan sezonlarından biriyle karşı karşıya kalabiliriz.
“Geçmiş olsun” demek istemiyorum ama… geçmişte kaldı gibi görünüyor.