1. Haberler
  2. DÜNYA
  3. Kanserle Savaşırken Türkiye’nin Siyasi Yükü

Kanserle Savaşırken Türkiye’nin Siyasi Yükü

Kanserle Savaşırken Türkiye’nin Siyasi Yükü
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala


Başlamayı ve bitirmeyi ertelediğim yazılarımı bilgisayarımın çöp sepetine attım. Birinde Dostoyevski’nin “Yemin ederim ki her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır” cümlesiyle girmişim söze, diğerinde Salinger’dan “Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra” alıntısını kullanmışım. Farklı bir yazıda ise, dengemi bozan davranışlardan ve sözlerden şikayet etmişim, duygu zabıtalarına isyan etmişim. Diğer bir metinde ise, zorlukları ve acıları bir sihirbazlık gösterisiyle –yazarların böyle yetenekleri var– yok edip okuyucuyu güldürmeyi amaçlamışım. Sonrasında, meme kanseri tanısı aldığımda verdiğim üç kararı hatırladım:

Bu hastalığın ne kurbanı olacağım ne de kahramanı.

Ne bu konuyu araçsallaştıracağım ne de kendimi bir malzemeye dönüştüreceğim.

Sessiz sedasız tedavi olup iyileşeceğim.

Bu kararları almamın sebebi, olayların dramatize edilmesini sevmemem ve başkalarına yararlı olma motivasyonumun sık sık kendimi unutturduğuydu. Duygusal yüklerden kaçınmak için, üzülmem, korkmam veya öfkelenmem gereken durumlarda bu alanları başkalarına bırakarak geri çekildiğim çok oldu. Kendi küçük çevremle gölgeliğime çekilerek mahremiyet arayışına girdim. Kimseye bir kahramanlık veya kurban performansı sunmak istemedim; yalnızca iyileşerek doktorlarımın gözüne girmek ve etrafımdaki küçük halkaya tutunmak istedim.

Ben bu konuyu büyütmeyecektim ama benim çekildiğim alanı başkaları da doldurup büyütmesin istemedim, tıpkı benim büyütmediğim konunun başkaları tarafından küçültülmesini istemediğim gibi. Çünkü anlıyorum ki bazılarına hastalık bile beğendiremiyorsunuz.

YAKAMIZI BIRAKMIYOR MEMLEKET

Yararlı olma motivasyonumu ve duygusal fedakarlıklarımı bir kenara koydum. Duygu ve düşünce zabıtalarına yakalanmayı; bitmek bilmeyen kanser hikayelerine maruz kalmayı; sormadığım halde akıl-fikir dinlemeyi; insanlardan ilgi, alkış, takdir veya üzüntü toplamayı; tek tek laf anlatmayı; Tıpta Uzmanlık Sınavı’na girecekmişim gibi detaylı sorularla karşılaşmayı; avutulmayı; yalandan umutlandırılmayı; bir çiçeği yemesi gibi münasebetsizliklere katlanmayı istemedim. Başka? Uzuvlarım, bedenimin herhangi bir kısmı, kaybettiğim saçlarım, tedavinin detayları ve kan değerlerim hakkında konuşmak istemedim. “Aldır ikisini de kurtul” diyen münasebetsizlere “Elinde baltayla ağacı kesen ormancı bile daha nazik sizden” diyerek had bildirmek istemedim. Tümevarım sevdalısı insanlarımızın kendi biricik deneyimlerini bana dayatmasına tahammül edemedim.

Tedavi sürecim, dinlenmem, beslenmem, uykum ve moral motivasyonum idealdir. Her kemoterapiye -dayak yiyeceğimi bile bile- parka gideceğini duymuş yavru köpek heyecanıyla gittim. Eğer bir kuyruğum olsaydı, emin olun ki havaya kaldırıp neşeyle sallardım. Üzerime düşeni yaptım, doktorlarım ve etrafımdaki sevgi halkası da üzerine düşeni yaptı.

Üzülmemek ve strese girmemek için haberler, tedavi bitip de ameliyat olana kadar tutuklanmak yasaklandı. Yaşadığın ülke Türkiye olunca, bu durum normal karşılanmalı. Bu yüzden Nevşin Mengü’nün gözaltına alınmasından, Özlem Gürses’in ev hapsine alınmasından, Ümit Özdağ’ın tutuklanmasından geç haberdar oldum. ‘19 Mart’ hukuku ayaklar altına alınarak üzerimize çöktüğünde, bu memleketin hastalıkta bile yakamızı bırakmadığını bir kez daha anladım. Tek bir memleket üzerine düşeni yapmıyor; hep kendiyle meşgul ediyor.

TEK BİR HAYATIMIZ VAR

Haksız yere insanlar tutuklanıyor. Necati Özkan örneğin neden hâlâ tutuklu? Anayasal haklarını kullanan gençler neden tutuklandı? Reçeteyle siyasi yasak aldığım için yazılarıma ara vermiştim; haklarında tek satır yazamadım. Şimdi de Fatih Altaylı tutuklandı! Kurduğumuz, kuracağımız cümlelerde isyan aynı, tek isimler değişiyor. Mahir Polat, Tayfun Kahraman, Murat Çalık ve Esila Ayık gibi birçok isim ciddi sağlık sorunlarına rağmen tutuklanırken, insan “Hasta hasta memleketle uğraşıyorum” demeye utanıyor.

İnsan, öleceğini bilen tek canlı değil. Ama insan, öleceğini bilip bunu unutan tek canlı. Unutmasak, yaşamak koca bir tedirginlikten başka bir şey olamazdı. Ölüm ve yaşam üzerine düşünmek kaçınılmazdır ama bazen daha çok düşünmeye itiliyoruz. Sesimizin kısıldığı, gözlerimizin bantlandığı, elimizin-kolumuzun bağlandığı bir yaşam, ölümü beklemek değildir de nedir? İnsan sadece biyolojik bir organizma mıdır? Değildir!

Tek bir hayatımız var ve kimse bizden bunu onursuzca yaşamamızı beklemesin. Haksız ve hukuksuz yere tutuklu bulunan masum insanları serbest bırakın.

Kanserle Savaşırken Türkiye’nin Siyasi Yükü
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Asistantr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!