Öncelikle, 19 Mart operasyonlarının ardından CHP’nin uzun süredir sürdürdüğü “sokağa çıkmak provokasyonlara davetiyedir” söylemini bir kenara bıraktığını belirtmek gerekiyor. Bu değişim, toplumda zaten var olan muhalefeti harekete geçirerek milyonları meydanlara çekti. Böylece, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik yürütülen soruşturma terör kapsamından çıkarıldı ve kayyım atanma riski ortadan kaldırılmış oldu.
Ayrıca, kurultay ile ilgili bir meczubun “duydum, söylenmişti” ifadelerine tepki gösteren CHP Bursa İl Başkanı, suç duyurusunda bulundu. Bu suç duyurusu önce Ankara’ya devredildi, ardından CHP aleyhine bir kurultay davasına dönüştü.
Belediyelere yönelik operasyonların hız kesmeden devam ettiği bir ortamda, kurultay davası da arka planda ısıtılarak servis edilmeye hazır hale getirilmeye başlandı.
Bilmediğimiz bazı detaylar da mevcut. CHP’nin eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cezaevinde Ekrem İmamoğlu’nu ziyareti sırasında ne söylediği merak konusu. İddialara göre, “Bu dayatmaları kabul edemem” diyerek toplantıdan ayrıldığı veya “Bir belediye başkanı için bu kadar eylem yapmayı sokağa çıkmayı doğru bulmuyorum” ifadesini kullandığı ileri sürülüyor.
Yazının yayınlandığı bu saatlerde, peş peşe gelen açıklamalar dikkat çekti. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, “torunlarımız bile bizi affetmez” diyerek herkesin tek yumruk olması gerektiğini vurguladı. Ekrem İmamoğlu ise Kılıçdaroğlu’na tepki göstererek, “Beni bu cezaevine gömmek istiyor” ifadesini kullandı. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’nun “sokak eylemlerini doğru bulmuyorum” sözlerine atıfta bulundu. Mansur Yavaş ise Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olması durumunda kendisini Cumhurbaşkanı adayı yapmak istemesine tepki göstererek, “İstifa ederim” dedi.
Tüm bu gelişmeleri bir kenara bırakırsak, 30 Haziran’da yani pazartesi günü, bu ülkede tek bir kişi bile mahkemeden CHP lehine bir karar çıkmasını beklememeli; bu durum oldukça açıktır.
Peki, mahkeme CHP’nin 38’inci kurultayını iptal ederse ne olacaktır? Kılıçdaroğlu’nun bu durumda genel başkanlığının iptaline itiraz etmek istemesi bir kenara, bu durumu dört gözle beklediği görülüyor. Genel Başkan Özgür Özel ise “Ne butlanı ne kayyımı tanırız” diyerek tutumunu net bir şekilde ortaya koymuş, seçilmemiş bir kişinin CHP Genel Merkezi’ne giremeyeceğini belirtmişti. Bu durumda, Kılıçdaroğlu’nun CHP mührü elindeyken bir ofis tutarak genel merkez çalışmalarını buradan yürüteceği ve çalışanlarına bu ofiste çalışmamaları halinde işten çıkarılacaklarını bildireceği iddiaları dile getiriliyor.
Kılıçdaroğlu, CHP mührü elindeyken kamuoyuna bir kurultay takvimi açıklayacaktır. Bu takvim, mahalle kongrelerinden başlayarak en az bir buçuk iki yılı kapsayan bir süreci işaret edecektir. Mevcut yönetim bu durumda ne yapacak? “Mahkeme kararını tanımıyoruz” diyerek çalışmalara devam edeceklerse, tüzel bir kişilik olmadan bunu nasıl gerçekleştirecekler? Ayrı bir parti mi kuracaklar? Son genel seçimlerin ikinci partisi olarak hazineden önemli miktarda yardım alan CHP’nin bu faaliyetleri nasıl sürdürebileceği ise belirsizliğini koruyor.
AKP iktidarının anketlerde kötü bir durumda olduğu, ekonomik krizin artık sıradan bir mesele haline geldiği bir dönemde Erdoğan’ın tek seçeneği yeniden seçilmek. Bunun için Anayasa değişikliği veya en azından erken genel seçim kararı aldırması gerekiyor. Sokaktan çekilmiş, kendi iç sorunlarıyla halkın gündeminden iyice uzaklaşmış bir ana muhalefet ile baskın bir erken seçime gitmek olasılığı ise giderek artıyor.
