Adaletin ortadan kalktığı ve yozlaşmanın hız kazandığı bir ortamda, çürüme süreci kaçınılmazdır.
Bu çürüme, hiyerarşik bir tepki zinciri ile şekillenir. Sonuçları ise toplumsal sınıflar arasında belirgin bir şekilde görülmektedir.
Günümüzde, hem dünyada hem de ülkemizde ekonomik çöküş, siyasal yozlaşma, toplumsal çürüme, manevi değerlerin kaybı, cinsel istismar, etnik ve dini ayrımcılık ile doğanın tahribatı gibi olgular karşısında kayıtsız kalan bir kişi bulmak neredeyse imkânsızdır.
Bu olumsuzluklardan rahatsız olan herkesin dikkat etmesi gereken önemli bir nokta, bu olguların birbirleriyle sıkı bir bağa sahip olduğu ve hepsinin temelinde sömürü mekanizmalarının yattığı gerçeğidir.
Dünyada hüküm süren mantıksızlık, kesinlikle rastlantı değildir. Akıl, yerini duygulara bırakmış durumdadır. Egemen yapı tarafından oluşturulan sosyoekonomik sistem, artık işlevini yitirmiş ve insanları bunaltmıştır. Bu durumda, çürüme aşamasına girmiş bir dünya ve ülke gerçeği ile karşı karşıyayız.
Bilimle başlayan gelenek, Sokrates ve Bruno’nun susturulmasıyla şekillendi. Üniversitelerdeki bilim insanları, karşılaştıkları sorunlar ve sundukları çözümler, yaşadıkları ideolojik ve ekonomik koşullardan etkilenmektedir. Egemen sistem tarafından sağlanan büyük olanaklar ve ayrıcalıklar, onları egemen düşüncelere ve önyargılara karşı savunmasız bırakmıştır. Özellikle felsefeye olan mesafeleri ve bu konudaki taraflı ifadeleri, egemen sınıfın ideolojisini taşıdıkları anlamına gelir. Bu nedenle, bilim de sorgulanamaz bir inanç haline gelmiştir.
Değişim ve gelişim göstermeyen her şey, çürümeye mahkûmdur.
Oysa meseleye diyalektik bir perspektiften yaklaşılabilseydi, gelenekle yüzleşme ve onu dönüştürme çabaları başlayabilirdi. Çünkü gelenek, muhafazakâr bir yapıya ve önleyici bir kurguya sahiptir.
Futbol, artık bir spor dalı olmanın ötesine geçmiş, siyasetin bir unsuru haline gelmiştir. Ekonomik, siyasal ve kültürel bir güç modeli olarak çürümeden payını almaktadır ve adeta bir bataklık işlevi görmektedir.
Futbolun başarı ve rekabet üzerinden toplumsal yaşamda yarattığı etki, sporun bir ideolojik değer ve aktarım aracı olarak nasıl kullanıldığını göstermektedir.
Futboldaki çürüme, yalnızca şiddetle sınırlı kalmayıp, ırkçı yaklaşımlar tarafından futbolun ötekileştirilmesi, eril dil egemenliği ve cinsiyet ayrımcılığının toplumsal hayat içinde kök salması gibi kültürel boyutları da etkilemektedir. Bu durum, günlük yaşamda ayrımcılıkların normalleşmesine ve sporun ruhunu yok eden bahis, doping ve şike gibi kavramların yerleşmesine neden olmaktadır.
Neoliberal politikaların spor alanındaki en belirgin uzantısı, elbette futboldur. Futbol, neoliberal ideolojinin yayılmasında ve kitlelere benimsetilmesinde önemli bir araç haline gelmiştir.
Çürümenin ideolojik zemini ise, temel olarak neoliberal politikalardan kaynaklanmaktadır.
FUTBOL BU SEVİYEYE KOLAY GELMEDİ!
12 Eylül 1980 sonrası, ülkemizde ‘apolitik’ ideolojiyi meşrulaştırmak amacıyla kültür endüstrisinin ürünleri kullanılmaya başlanmıştır. Futbol, zamanla sistemin organizasyonu sayesinde toplumsal popülaritesini artırmış ve iktidar sahiplerinin ilgisini çekerek siyaset tarafından popülist hedeflere alet edilmiştir. Bu durum, futbolun çıkış noktasını oluşturur.
Sonrasında, futbol; uygulanan neoliberal politikaların etkisiyle ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel hedefleri sürekli olarak yeniden üreten örgütlü bir etkinlik haline dönüştü. Bu durum, toplumsal bir ayrışmaya yol açarak, sistemin kitleleri daha kolay denetim altına almasını sağladı.
Çürümenin etkilerini yaratan popüler kültür, televizyonlarda futbolcunun, antrenörün ve başkanların pop yıldız haline gelmesiyle kendini gösteriyor. Artık yorumcular bile popüler figürler haline geldi. Söylediklerinin doğruluğu ya da yalan olması önemli değil, eleştirilmeleri ise geçersiz hale geliyor.
Çürümenin maddi boyutuna baktığımızda:
Yasadışı bahis hacmi 70 ile 100 milyar dolar arasında…
Tüm kulüplerin toplam borcu, paranın yüzde doksanının yurtdışına çıktığı düşünüldüğünde, yaklaşık 100 milyar TL civarında…
Üç büyük kulübün borcu ise 60 milyar TL’ye kadar ulaşmaktadır.
Çürümenin etkilediği yapı içinde sanat, spor, sosyal ve ekonomik tüm olgular, siyasetin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Ve ‘barış’… Çürüme ortamında oluşturulmaya çalışılan, toplumsal mutabakat ve eşitlikten uzak ‘barış’ anlayışı, yalnızca egemen siyasetin menfaatlerine hizmet eder.
Günümüzde hem dünyada hem de ülkemizdeki ‘barış’ kavramı, çıkarların dizaynıdır.




